25 Eylül 2021 Cumartesi

Warren Buffett ve Finansal Tabloların Yorumlanması

Warren Edward Buffett (30 Ağustos 1930, Nebraska), Amerikalı iş adamı ve hisse senedi yatırımcısıdır. 20. Yüzyılın en başarılı yatırımcılarından biri olarak gösterilmektedir. Berkshire Hathaway yatırım şirketinin CEO'su ve en büyük hissedarıdır. 2021 yılı itibari ile 100.9 milyar $ serveti ile dünyanın en zengin 10. kişisidir. 

Wikipedia

Kitabı okumaya başlamadan önce finansal tablolar içerisinde kaybolacağımı düşünürken çok sade ve anlaşılır bir anlatım dili ile karşılaştım. Giriş kısımlarında kendisini inanılmaz bir servete kavuşturan şirketlerin genel özelliklerinden bahsediyor. Gelir Tablosu, Bilanço ve Nakit Akış tablolarının detaylarına girmeden bu kısımlarda nelere dikkat edilmesi ve saklı verilerin hangi kalemler altında gizlendiğini anlatıyor. Nihai olarak her bir tabloyu detaylı bir incelemeye tabi tutuyor. Bitirdiğinizde finansal tablolara tamamen hakim olabilir misiniz? Hayır. Ama bakış açınızın daha da değişeceğinden eminim. Şimdi biraz da aldığım notları size aktarmak isterim.

Kendisini zenginliğe ulaştıran bu süper şirketlerin temelde 3 farklı iş modeli seçtiğini belirtiyor. Bu şirketler ya eşsiz bir ürün satmalıdır ya da benzersiz bir hizmet sunmalıdır. Üçüncü bir durum ise halkın istikrarlı bir şekilde ihtiyaç duyduğu bir mal veya hizmeti çok düşük maliyetle satın alıp satabiliyor olmalıdır.

Şirketleri değerlendirirken aldığı verilerin belirli bir istikrar çerçevesinde olmasına dikkat ediyor. İstikrarlı bir brüt kar marjı var mı? İstikrarlı bir şekilde borçsuz mu ya da düşük bir borç miktarı ile devam ediyor? İstikrarlı bir şekilde Ar-Ge faaliyetlerine yüksek bütçeler mi ayrılıyor? İstikrarlı bir kazanca sahip mi? Bu kazançlar istikrarlı bir şekilde büyüyor mu? Bu sorulara aldığı yanıtlar çerçevesinde portföyünü yönlendiriyor. Buradaki istikrarlı kısmını ise yaklaşık 10 yıl gibi bir süre olarak tanımlıyor. Belirli dönemlerde borçlanmış olabilir ama şirket ana faaliyetlerini yürütürken bunu sürekli borçlanarak gerçekleştiriyorsa karşı duruyor. Belirli dönemlerde yatırımlar için bu tutarların olması nispeten makul görülebilir ancak bunları kazançlarından karşılamasının makbul olacağını düşünüyor. Ar-Ge faaliyetleri kısmındaki tavrı ise beni şaşırtmıştı. Şirketin Ar-Ge faaliyetlerine ayırdığı bütçenin yüksek olması onun oldukça rekabetçi bir sektörde yer aldığını ifade ediyor olabilir. Rekabetçi pozisyonunu koruyamadığı zaman kazançlarının da aynı oranda bu durumdan etkileneceğini belirtiyor. Bu anlamda yatırım yaptığı şirketlerin kazançlarının büyük çoğunluğu ile ya da sürekli aldığı yüksek orandaki borçlarla Ar-Ge faaliyetlerini desteklediğini ve bu sayede sektörde rekabeti sürdüren bir şirket konumunda olmadığını görüyoruz.

"Yüksek bir brüt kar marjı yaratan şey şirketin sürekli rekabet üstünlüğüdür."

Satışların toplam tutarını, brüt kara böldüğünüzde elde ettiğiniz değer "Brüt Kar Marjı"dır. Bu oran çerçevesinde şirketleri 3 gruba ayırmıştır. 

  • %40 üstü sürekli rekabet üstünlüğüne sahiptir.
  • %20 - %40 arası rekabetçi sanayi kollarında bulunma ihtimali yüksek ve rekabet brüt kar marjlarına zarar verir.
  • %20 ve altı sektörde şiddetli bir rekabetin göstergesidir. Kıran kırana bir rekabetin olduğu sektörde şirket lehine bir üstünlük yoksa bizi asla zengin edemez.
Bu anlamda brüt karı azaltıcı her maliyet değerlendirilmeli bu giderlerin şirkete katkısı üzerine düşünülmelidir. Warren'ın bakış açısından değerlendirirsek değiştirmeye ihtiyaç duymadığınız bir ürünü sürekli üretebiliyor iseniz karlı bir iş yürütüyorsunuz demektir. Bu da aynı zamanda sektörde rekabetçi kalabilmek için tesis, makine ve teçhizata çok fazla paralar harcayıp yenilemenize ihtiyaç duymamak (bu tarz giderlerden kurtulmak ) nihai olarak karlılığı istikrara kavuşmak demektir. 

Herhangi bir yılda, bir şirket tüm uzun vadeli borçlarını 3-4 yılda kapatabilecek yeterli dönem karına sahip olmalıdır. 

Bilançoda yer alan Dönen Varlıkların, Toplam Kısa Vadeli Kaynaklara bölünmesiyle bir şirketin likiditesini ölçtüğümüz Cari Oran değerini elde ederiz. Bu oranın 1'den büyük olması arzu edilen ve şirketin borçlarını ödeyebilme potansiyelinin güçlü olduğunu belirtir. Ancak rekabet üstünlüğüne sahip bazı şirketlerin 1'den küçük olduğu da bilinmektedir. Buradaki fark ise kazançlarının güçlülüğüdür. 

Warren, sürekli rekabet üstünlüğü olan şirketlerin genellikle bilançolarında ya çok az borç bulunduğu ya da bu şirketlerin hiç borçlarının olmadığını öğrenmiştir. Bunun nedeni de bu şirketlerin yüksek düzeyde karlı çalışmaları ve kendi kendilerini finanse edebilmeleridir. Burada değerlemeye esas olan oranı Toplam Borcu Öz kaynaklara bölümüyle elde edebiliriz. Bir şirketin kendi faaliyetlerini finanse etmek için borçlanmaya mı yoksa (yedekleri de kapsayan) öz kaynaklara mı başvurduğunu belirleriz. Sürekli rekabet üstünlüğüne sahip şirketlerde karşılaşacağımız tablo ise yüksek öz kaynak değerine karşılık düşük borçlanma değeri olacaktır. 


9 Eylül 2021 Perşembe

Sıradan Hisseler, Sıradışı Karlar - Philip A. FISHER

   Amerikalı hisse senedi yatırımcısı, Fisher & Co.'nun kurucusu  ve büyüme odaklı yatırım stratejisinin öncülerindendir. 2018 Berkshire Hathaway yıllık hissedarlar toplantısında Warren Buffett, Fisher'ın "Sıradan Hisseler, Sıradışı Karlar" kitabını "çok iyi bir kitap" olarak değerlendirmiştir. Ayrıca Fisher'ın scuttlebutt tekniğinin yatırım yapmak için hala kullanılan iyi bir teknik olduğundan bahsetmiştir.

Wikipedia

   Kitabın girişinde muhtemelen sizin de hisse senedi piyasasında sıklıkla karşılaştığınız iki söylem sebebi ile yazdığından bahseder. Sanıyorum ki bir o kadar daha zaman geçse aynı sözleri telaffuz eden birçok insana rastlamaya devam edeceğiz. Bu sözlerden ilki bir hisse senedinin fiyatının ne olacağını söylemek, bunun gerçekleşmesi için ne kadar zaman geçeceğini söylemekten daha kolaydır. Öngöremediğimiz bir zaman dilimi içerisinde sadece fiyatlar açısından beklenti içerisinde olmamızın bizi ana hedeften uzaklaştırdığını düşünüyorum. Ki bu öngörülerin artması ve herkesçe bilinir olması bizi ikinci sözüne götürüyor. İkincisi ise borsanın yapısının aldatıcı olduğudur. O anda herkesin yaptığını yapmak ve bunun için karşı konulmaz bir istek duymak hiç yapılmaması gereken bir şeydir. Sonuç: Hayatımızdan çalınan bir zaman dilimi, tecrübe olarak adlandırdığımız süreç ve beklentilerimizle kaybolan birikimlerimiz.

   İlk okumaya başladığımda içindekiler kısmında yer alan "Ne Almalı? Hisse Senetlerinde Aranacak 15 İlke" başlıklı alan ilgimi çekmişti. O kısmı okurken aldığım notlarla başlamak istiyorum. 

  • İlke 1- Şirketlerin sahip oldukları pazar potansiyellerini değerlendirdiğinizde, ellerinde bulunan ürün ya da hizmetlerle birkaç yıl daha satışlarını arttırabilecek potansiyeli var mı? Rekabetin üstün olduğu sektörlerde ihtiyaç duyulan ara ürünlerin tespiti ve bu ürün üretimlerini gerçekleştiren firmaların belirlenmesi. 
  • İlke 2- Yönetim, mevcut cazip ürün grubundaki büyüme potansiyeli büyük ölçüde tüketildiğinde toplam satış potansiyelini daha da artıracak ürünler ya da süreçler geliştirmeye devam etmeye kararlı mı?
  • İlke 3- Şirketin büyüklüğüne göre araştırma ve geliştirme faaliyetleri ne kadar verimli?
  • İlke 4- Şirketin ortalamanın üzerinde bir satış organizasyonu var mı? Bir şirket düşünün, öncelikle ne üreteceğini araştırmak zorundadır. Sonrasında bunu üretecek koşulları oluşturmalıdır. Fakat nihai olarak bu ürünü satamıyorsa önceki süreçlerin pek bir manası kalmayacaktır. Etrafımızda yer alan iyi şirketlerin güçlü bir dağıtım ağı ve sürekli gelişen bir satış organizasyonu vardır.(Ya da olmayıp gelecek vaat edenleri bulmaya çalışmalıyız.)
  • İlke 5- Şirket kayda değer bir kar marjına sahip mi?
  • İlke 6- Şirket kar marjını korumak ve veya artırmak için ne yapıyor?
  • İlke 7- Şirketin işçileri ve personeliyle ilişkileri mükemmel mi ?
  • İlke 8- Şirketin üst düzey yöneticileri ile ilişkileri mükemmel mi ? 
  • İlke 9- Şirket derinlikli bir yönetime sahip mi? Küçük bir şirket son derece başarılı bir biçimde işleyebilir ve yetenekli bir kişinin yönetimi altında birkaç yıl boyunca mükemmel bir yatırım olabilir. Ancak tüm insanlar ölümlüdür. Bu sebeple şirketin tek adam zihniyetinde çıkıp büyüme odaklı bir kurum kültürünü benimseyerek yetki devrini gerçekleştirebilmeli ve genç yöneticilere fırsat vermelidir. Bu sayede karşılarına çıkan yeni fırsatlardan daha çok faydalanacaklardır.
  • İlke 10- Şirketin maliyet analizleri ve muhasebe denetimleri ne kadar iyi?
  • İlke 11- İşletmenin yatırımcıya şirketin rekabet açısından ne kadar mükemmel olabileceğine ilişkin önemli ipuçları verebilecek ilgili sektöre özgü başka yönleri var mı? Şirketin sahip olduğu ürün ya da hizmetlerinin haricinde sektörde onu öne çıkarabilecek unsurların araştırılması gerekmektedir. (Sigorta maliyetleri, sahip olduğu patent sayısı vs.)
  • İlke 12- Şirketin kar konusundaki yaklaşımı kısa vadeli mi yoksa uzun vadeli mi? Burada güzel bir örnekle açıklamıştır. Bazı şirketler işlerini halihazırda mümkün olan en yüksek karı sağlamak amacıyla yürütürler. Bazılar ise, itibar kazanarak daha uzun bir zaman diliminde toplam karlarını daha da çoğaltmak amacıyla, güncel karlarını bilerek düşürürler. Müşterilerine ve tedarikçilerine yönelik tutumları bunun sık rastlanan örneklerini oluşturur. Bir şirket tedarikçileri ile çok sıkı pazarlıklar yapacaktır. Bir diğeri ise zaman zaman teslimat sırasında beklenmedik masraflarla karşılaşan tedarikçisine sözleşme bedeli üzerinden ödeme yapacaktır. Çünkü o ihtiyaç duyduğu ham madde ya da yüksek kaliteli parçalar için piyasa daralıp malzeme sıkıntısı yaşandığı koşullarda bile güvenilir bir kaynağı bulunduğundan emin olmak istemektedir. Müşterilere yönelik davranışlardaki farklılıklar da aynı ölçüde dikkat çekicidir. Beklenmedik bir sıkışıklık içine giren düzenli müşterisinin ihtiyaçlarını karşılamak için özel bir sıkıntıya katlanarak ekstra harcamalar yapan bir şirketin, o işlemle ilgili karı daha düşük olabileceği halde, izleyen yıllarda çok daha büyük karlar elde edecektir.
  • İlke 13- Şirketin büyümesi öngörülebilir bir gelecekte, halen satılmamış olan çoğunluk hisselerinin satılarak, mevcut hissedarların beklenen büyümeden yararlanmalarını engellemesine neden olacak bir öz sermaye finansmanı gerektiriyor mu?
  • İlke 14- Yönetim işler iyi giderken yapılanlar hakkında yatırımcılarla rahatça konuşuyor ancak sorunlar ve hayal kırıklıklar başladığında "sus pus" mu oluyor.
  • İlke 15- Şirket tartışılmaz dürüstlükte bir yönetime sahip mi?
   Uzun vadeli yatırım mantığı ile başlayıp tamamlayabilen kişilerin yüzde kaçlık bir dilimde olduğunu bilmiyorum ama bu süreci sonlandırırken kendilerince geçerli nedenler sunduklarını gördüm. Yeni bir ev, yeni bir araba vs. almak. Bu çerçevede mutlu bir yaşam sürmek açısından benzer birçok gerekçe hisse senetlerinin satılmasını makul kılar. Ancak böyle bir satışın nedeni, finansal olmaktan çok kişiseldir. Hisse senedi ne zaman satılabilir? Yukarıda belirtilen 15 ilke doğrultusunda seçilen bir hisse senedi için nadiren bu soru ile karşı karşıya kalırsınız. Ama ne zamanki şirket belirtilen 15 ilke doğrultusunda alınıp ilerleyen zamanlarda sahip olduğu nitelikleri kaybeder, o zaman azami karı elde ederek hisse senedini satmak finansal bir yaklaşım olacaktır. Ki bu süreçte azami kardan bahsederken zararda da olabiliriz. Egomuzu da kontrol altında tutarak bunun bir yarıştan ziyade öğrenme süreci olduğunu ve belirli dönemlerde doğruluğuna inandığımız hususlar için kayıpları da göze almamız gerektiğini bilmeliyiz. Nihai olarak yolun sonunda eğer kazanırsak başarırız aksi durumda da kaybedersek öğreniriz. 

"Şirketler genellikle iki nedenden dolayı değer kaybederler. Ya yönetim kötüleşmiştir ya da şirket artık ürün pazarını eskisi gibi genişletme beklentisi içinde değildir."  

   Piyasalar belirli bir hızda pozitif yönde giderken karları realize etme ya da oluşabilecek bir ayı piyasasında karlı pozisyonların zarara dönmesi hepimizin korkulu rüyasıdır muhtemelen. İyi bir eleme süzgecinden geçirdiğimiz hisse senetlerini bu noktada satıyor olmamız ya da küçük karlara kurban etmemizin daha maliyetli bir tarafı var aslında. Eğer tespit ettiğimiz şirket gerçekten doğruysa mevcut boğa piyasasında daha da yukarılara gidebilir ve satmış olmamız bizi bu kardan mahrum bırakacaktır. Peki biz bu hisseyi ne zaman geri alacağız? Muhtemel senaryo yakındaki düşüşten sonra olmasıdır. Fakat düşüşün ne zaman olacağını ve ne zaman duracağını nasıl tespit edeceğiz? Bu sebeplerle hisse senedi satışı gerçekleştirip ilerleyen yıllarda muazzam kazançlardan kendilerini mahrum bırakan birçok yatırımcıyı gördüğünü ifade ediyor Philip A. FISHER. Bekledikleri doğrultuda ayı piyasasının oluşmadığını ve hissenin hemen yükseldiğini belirtiyor. Ayı piyasasının oluştuğu durumlarda da, on yatırımcıdan birinin bile aynı hisseleri satış fiyatının üzerine çıkmadan fiilen geri alabildiğini görmediğinden bahsediyor. Buradaki temel sebep fiyatın daha da aşağılara inmesini beklemek ya da fiyat o seviyelere indiğinde alım yapmalarını engelleyecek başka şeylerin olmasından korkmalarıdır.

"Alım aşamasında doğru davranılmışsa bir hisse senedi neredeyse hiçbir zaman satılmamalıdır."

   Değer yatırımcılığını da dahil ettiğim fakat şimdilik temettü odaklı olduğum yatırım stratejimi nispeten değiştirmemi sağlayan bir kısma denk geldim kitabın "Kar Payı Yaygarası" başlıklı bölümünde. Basit bir senaryo üzerinden aktardığı kısa anekdotu yazmak istiyorum: "Bir şirket hiç kar payı ödemiyor ya da küçük bir miktar ödemektedir. Yönetim kurulu başkanı, yönetim kurulundan büyük bir kar payı ödemesini ister. İsteği yerine getirilir. Başkan ya da yönetim kurulu bu eylemden bahsederken artık hissedarlar için "Bir şeyler yapma zamanı gelmişti!" diyerek açıklar. Bundan çıkarılan sonuç kar paylarının ödenmediği ya da yükselmediği yıllarda şirketin hissedarları için hiçbir şey yapmamış olmasıdır. Ancak kar payı dağıtılmaması şirketin hissedarları için hiçbir şey yapmadığı manasına gelmez. Kazançların kar payı dağıtımında değil de yeni bir tesisin inşası, yeni bir ürünün imalatına başlanması ya da eski tesise maliyetlerden tasarruf sağlayacak kimi önemli donanımlar yerleştirmek için kullanılması mümkündür. Bu şekilde yönetim hissedarlara daha büyük kazanç sağlayabilir. Hissedarlar dağıtılmayan kazançlardan; yönetimin nakdi ve likit aktifleri işletmenin mevcut ya da gelecekteki ihtiyaçlarının çok ötesinde biriktirmesi sonucu yarar elde edemezler. Belki bundan daha kötüsü de vardır. Yönetim kademesine verilen yüksek maaşlar bunun daha kötü bir yöntemi olur." 

   Aslında kar payını odak noktam haline getirmemdeki sebep elbette ki temel analiz konusunda bilgi eksikliğimdir. Şirketin kazançlarını eğer kar payı olarak dağıtma tarafında değilse bunu nereye harcadığını tespit etmek bundan sonraki önceliğim olacaktır. Kitabın ilerleyen sayfalarında yatırımcıların yapmamaları gereken şeylere de vurgu yapılıyor. Düşündüğünüzde bir şirketin başarılı olabilmesi için yeni ürünler üretmesi, süreçler geliştirmesi ya da yeni pazarlara girmesi gerekir. Bu şirketleri bulan bir yatırımcı başarılı sayılabilir mi? Kısmen evet. Bu şirketlerin ortak bir özelliğinin işe henüz başlamış oldukları söylenebilir. Muhtemelen bunların bir kısmı yatırımcıların ilgisini çekebilecek yeni ürünler icat ediyor, üretiyor ya da geliştiriyor olabilir. Bir kısmı büyüme potansiyeli bulunan sektörlerde faaliyet göstermeye başlıyor da olabilir. Diğer kısmı da doğal zenginlikler üzerine faaliyet alanı belirlemiş bir şirket olarak bu alanda elde edecekleri başarılar ile olağanüstü bir süreç başlatabilir. Ve şirketler bu nedenler sayesinde faaliyetleri açısından yatırım değerine sahipmiş gibi görünebilirler. Ancak bunların doğru yatırım olabilmesi için tek eksik verinin tahminini de size bırakıyorum.
   



28 Ağustos 2021 Cumartesi

Jack Welch Yöntemi - Jeffrey A. KRAMES

Jack WELCH, 1960 yılında General Electric'e bir kimya mühendisi olarak katıldı.  Henüz ilk yılında kendisine sunulan zamdan ve GE bünyesinde gözlemlediği bürokrasiden memnun olmadığı için işi bırakma noktasına gelmişti. 

"Sayılar vizyon değildir, üründür."

O dönemdeki yöneticilerinden biri sayesinde işinde kalmaya ikna oldu ve 1981 yılında Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO olarak başladığı görevine 2001 yılında yılında son verdiğinde şirketin piyasa değerini 12 milyar dolardan 401 milyar dolara çıkarmıştı. Yönetimi devraldığı süreç içerisinde bürokratik süreçlerden oluşan atıl iş gücünü ortadan kaldırmayı hedefledi ve bunu da çalışanlarının 4'te 1'inin işine son vererek gerçekleştirdi. Çoğunlukla işçi sınıfına karşı olan bu tutumu çok eleştirilse de alt seviyede yer alan yöneticiler için de durum çok farklı olmuyordu. 

İş yaşamını basitleştirmeye takıntılı olmasının sebeplerinden biri işe ilk başladığı dönemlerde çalıştığı laboratuvar ortamında hiyerarşik bir düzenin olmaması sayesinde bürokrasi ile savaşmamaları ve bu sayede yeni ürünler yaratma, iş kurma gibi unsurlara kendilerini yoğunlaştırabilmeleriydi. Bu süreçte farkına vardı ki iş yaşamı heyecanlı ve basit olabilirdi; karmaşık süreçler ve jargonlarla dolu olmasına gerek yoktu.

Klasik bir yönetim tarzına olan karşı duruşu nedeni ile yönetmek ifadesinin insanları kontrol altında tutmak, baskılamak, sıkıntıda tutmak gibi anlamları çağrıştırdığını belirtiyor ve yöneticilerin ister istemez bu vasıfları üstlendiğini düşünerek; liderlik etmeyi seviyordu. Bir vizyon yaratmayı ve bu vizyona tutku ile bağlı insanları bulmayı amaçlıyordu. 

  • Bir vizyon oluşturun ve bunu uygulamaları için diğerlerini de harekete geçirin.
  • Sizi bezdiren her ayrıntıyı yönetmeyin.
  • Herkesi dahil edin ve her yerden gelen harika fikirlere kapınızı açık tutun.
Bürokratik sürece karşı duruşunu temellendiren şey gereksiz kuralların, onaylamaların ve  unvanların yer aldığı bir ortamda iyi fikirlerin ortaya çıkmasının engellendiğini, yavaş alınan kararlar ile rekabetçi ruhun yok olduğunu düşünmesiydi. Yöneticilerle çalışanlar arasında yer alan görünmez bariyerleri kaldırdığında standart ilerleyen şirket süreci tepetakla oldu ve bu durum o dönem için oldukça devrimci bir yaklaşımdı. Ve bu sistem sayesinde GE, Jack WELCH Ceo olmadan 1 yıl önce kabaca 26 milyar $ gelir elde ederken, emekli olmadan 1 yıl önce neredeyse 130 milyar $ dolar gelir elde etmiştir. 

      "Değişmek için en iyi zaman, istediğiniz zamandır. Değişmek zorunda olduğunuz zaman değil."

Değişim kulağa hep zor bir süreç olarak gelir. Ve biliriz ki çoğu insan rahat ortamını terk edip kendilerini zorlayacak o sürece adım atmaktan çekinirler. Ancak unutulmamalıdır ki iş dünyasında insan davranışları, talepler, teknoloji inanılmaz bir hızda ilerliyorken sizin yerinizde saymanız kabul edilemez. Bu noktada proaktif bir tutum içerisinde olmamanız sadece yangınlara su taşıyan bir pozisyona evrilmenize yol açacaktır. Ve muhtemelen bir süre sonrasında da oyun dışı kalacaksınız.

"Yöneticiler her küçük ayrıntıyı "mikro yönetmeye" çalışmamalıdır."

Büyük şirketlerin çoğunda, yönetenin sahip olduğu fikir doğrultusunda hareket eden insan toplulukları bulunmaktadır. İnsanların kendi karar alma mekanizmalarını oluşturamadıkları ve sürece katkı sunamadıkları bir sistem rekabetçi olmaktan oldukça uzaktır. Welch bunun bir işletmeyi yürütmenin berbat bir yolu olduğunu inanıyor. İşletmeleri rekabetçi bir noktaya taşımak istiyorsanız insanlara denemeleri için fırsatlar oluşturmanız gerekmektedir. Ancak bu şekilde ne kadar ileri gidebildiklerini görebilirsiniz. En basit iş grubunda dahi zekanın aktif rol alması ve çalışanların kendilerini bu düşünce ortamı içerisine sokmaları zorunludur. İstendik davranışlar doğrultusunda iş yaşamlarını sürdüren çalışanların yapabileceklerini yaptıkları varsayıldığı için, kimse onların işin geliştirilmesi noktasında ne düşündüğünü sormuyordu. Welch bu modeli değiştirdi. Fikirlerin ve zekanın; bürokrasi ve hiyerarşiye üstün geldiği bir kurum tasarladı.

"Eğer hepsini bildiğinizi düşünüyorsanız, iyi fikirler için arayışı bitirmişsiniz demektir."















8 Mart 2021 Pazartesi

Akıllı Yatırımcı - Benjamin GRAHAM

Başlangıç tarihim belki biraz geç olsa da, kendimce başlattığım bu değişimi devam ettirme gayretim sürmekte. Bu doğrultuda kendime notlar aldığım kitaplardaki fikirleri, bu kitapları daha önce okuyan kişilerin düşüncelerini ve kitapla ilgili izlenimlerimi paylaşmak ise beni motive eden hususlardan biri oluyor. Bu şekilde ilerlediğimi hissedebiliyorum. İyi okumalar dilerim.

İlk olarak 1949 yılında yayınlanan kitabın yazarı Benjamin Graham’dır. Değer yatırımcılığı kavramını esas alan, piyasa koşullarında farklı enstrümanlarla nasıl bir portföy oluşturulması gerektiğini ve şirket değerlemelerinde hangi ayrıntıların önemli olduğunu ve bunun etkilerini gerçek finansal verilerle örneklendiren her yatırımcının okuması gereken en efsanevi kitap olarak bilinir. Ünlü değer yatırımcısı Warren Buffett, bugünkü servetini edinmesinde en önemli unsurun bu kitap içerisindeki öğretiler olduğunu söylemektedir.

Kitap içerisinde barındırdığı örneklemelerle oldukça kalın durmasına rağmen anlattığı temel konularla da bir o kadar yalındır aslında. Kitabın yoğunluğu hisse senedi özelinde olsa da diğer enstrümanlardan (Eurobond, tahvil, fon) da bahsedilmiştir. Çok fazla geçmiş dönem şirket finansal verilerine rastlayacaksınız. Bu tarafı sabırsız bir okuyucu için zorlayıcı olsa da vurgulanmak istenen ifadelerin bu şekilde örneklendirilmesi konunun gerçekçiliğini ön plana çıkartmaktadır. Elde edilecek verim düşünüldüğünde de bu durum katlanılır olmaktadır.

Değer yatırımcılığı kavramı ile kısa vadede yüksek kazanç oranlarını hedeflemekten ziyade sürdürülebilir ve nispeten riski az şekilde portföy yönetiminin önemi vurgulanmaktadır. Kitap ise bu tema üzerine stratejilerin nasıl belirlenmesi gerektiğini söyler. Mesela portföyünüzü oluştururken sepet mantığını kullanarak borsa, döviz, tahvil ve fon alarak çeşitlendirdiniz diyelim (ki önerilen budur aslında). Burada riskinizi eşit dağıtarak (her biri için %25) ya da birine ağırlık vererek (%40-%20-%20-%20) oluşturmanız önerilir. Piyasanın verdiği aşırı tepkilerle bir enstrüman grubunun oldukça değerlenmesi sonrasında o grubun riskinin daha fazla artmasına izin vermemiz gerektiği söylenmektedir. Bu riskin azaltılmasını çözümünü de sepet içerisinde değeri düşen gruba ekleme yaparak enstrümanlar arası yeni bir dengenin sağlanması ve bu sayede riskin tekrardan eşit ya da eski oranında (bağlı bulunduğunuz stratejiye göre) dağıtılması olarak tanımlamaktadır. Yani strateji bu kadar basittir aslında. 

“Piyasanın davranışı ne kadar saçma ise işini bilen yatırımcının önüne gelen fırsatlar da o kadar çok olur.” 

Alegorik bir ifadeyle piyasayı bir kişi olarak değerlendirir Bay Graham. Ve elinizde tuttuğunuz senet için her gün farklı fiyatlamalarla karşınızda dikilen birinin sizden hissenizi almak istediğini düşündürdüğü bir hikaye kurgular. Burada eğer siz elinizdeki hissenin değerini bilirseniz karşınızdaki kişinin sizin hisseniz için ne önerdiğinin bir anlamının olmadığını söyler.  

Duygusallığa Yer Yok 

Yani hissenizi piyasanın kısa vadede spekülatif saldırılarına karşı korumalısınız çağrısında bulunur. Değeri düştüğünde kahrolmak ya da değeri çok yükseldiğinde egonuzu körükleyecek gereksiz motivasyon duygusundan arınmanız gerektiğini belirtir. Anlık duygusal krizlerin sizin matematiksel temellere oturttuğunuz stratejinizin çökmesine neden olabileceği üzerinde durur. Sizi sorgulamanız gereken şey şirketin ileriki yıllarda da varlığını sürdürebilecek finansal ve yönetimsel bir yapıya sahip olup olmadığıdır.

Yatırım sanatının enteresan bir özelliğidir ki sıradan bir bilgi seviyesinde ve fazla kabiliyete ihtiyaç duymadan ortalama bir getiri elde edebilirsiniz. 

Geçmişi hatırlamayanlar, onu tekrar yaşamaya mahkum olurlar.”

Ve elde edeceğiniz deneyimlerin size kattıkları ile bu yolda iyi bir noktaya gelebilirsiniz. Bu durum aslında risk iştahınızı kabartarak daha fazla risk alabileceğinizi ve bunun da doğal sonucu olarak daha yüksek getiri oranının mümkün olabileceği algısına sebep olacaktır. Ve bu sürece biraz daha “bilgi” ve “kurnazlık” katmaya çalışmak isteyecek akabinde de daha iyi bir sonuca ulaşmayı beklerken daha kötüye gittiğinizi göreceksiniz. Yüksek ego, eksik bilgilerle kurduğumuz stratejilerin doğruluğuna aşık olmamıza neden olur. Bu seviyedeki kimse kaybetmek üzerine de bir strateji kurmadığı için bu aşkın körlüğü kayıpların kontrolsüz olmasına sebep olur.

Defansif Yatırımcı – Girişimci Yatırımcı

İkiye ayırdığı yatırımcı tiplerini açıklarken Defansif Yatırımcıyı finans konusunda bilgisi, tecrübesi olmayan ve yatırım yapılacak alan ile ilgili uzunca süreler ayıramayacak olan bir yatırımcı tipi olarak ifade eder. Girişimci Yatırımcı ise tam tersi yolda ilerleyendir. Bu işle tam zamanlı ilgilenebilen, bilgi seviyesini ve tecrübesini artırmaya odaklı bir yatırımcı olarak tanımlanır. Bu tanımlamalardan sonra bu iki ayrı yatırımcı tipine ait oluşturulması gereken hisse bazlı portföy içeriklerini ve özelliklerini tanımlamıştır. Aslında isminden de anlaşılacağı üzere Defansif Yatırımcı için;

  • Temelde endeks ve endeksin bir miktar üzeri getiriye odaklanmış bir strateji,
  • 10-30 hisse senedi ile çeşitlendirilmiş bir porftöy (30 hisse senedi geneli temsil eden yeterli bir rakam olarak görülür.),
  • Finansal borcu yüksek şirketlerden uzak durulması,
  • Uzun bir süredir ve devamlı bir şekilde kar payı dağıtımlarını yerine getirmesi,
  • Hisse senedine ödeyeceği fiyat, şirketin belirli bir zaman sürecinde ortalama karlarına göre sınırlanmalı,
  • Düzenli alımlarla piyasadaki oynaklığı bertaraf edebilecek şekilde birim ortalama maliyet edinilmeli,
Girişimci Yatırımcı için;
  • Endeksin üstü bir getiri hedeflenmelidir,
  • Gözden düşmüş büyük şirketler hedeflenmelidir:
    • Zor zamanları atlatacak ve tekrar memnun edici karlılık seviyelerine gelebilecek sermaye kaynaklarına ve beyin gücüne sahiptir.
    • Piyasada  görülecek bir iyileşmeye büyük bir olasılıkla makul bir hızla cevap verecektir.
  • Kelepir kağıtların alımı:
    • Gelecek karların tahmin edilmesine ve bu karların o hisse senedine uygun bir çarpanla çarpılmasına dayanıyor. Eğer ortaya çıkan fiyat, piyasa fiyatının yeteri kadar üzerindeyse kelepir denebilir.
    • Özellikle net cari varlıklar ve işletme sermayesi gibi realize edilebilir değerine daha fazla dikkat edilir.


Değer yatırımı, piyasadaki kısa vadeli eğilimlerle ve hisse senetlerinin günlük hareketleriyle ilgilenmez. Bunun nedeni, değer yatırım stratejilerinin bir şirketin uzun vadeli büyüme için temellerini hesaba katmadan, pazarın kısa vadede fiyat değişikliklerine aşırı tepki verdiğine inanmasıdır. 

Kısa vadede gerçekleşen olaylar şirketin uzun vadedeki hikayesini etkilemiyorsa bu tepkilere asla karşılık vermememiz gerekmektedir. Hatta portföy içerisindeki dengeleri bozmadan ortağı olduğunuz şirketteki yatırımınızı artırabilecek imkanlar da değerlendirilebilir bu noktada. Benjamin Graham şirketlerin değerlemelerini yaparken önceliklerini şöyle sıralamaktadır(burada ve yazının genelinde tekrara düştüğüm bazı noktalar olabilir, biliyorum. Belki de yatırım kitaplarının çoğunda da yer alan bu durumun bence bir tek sebebi olabilir. O da "Bakın konu çok basit  tekrar tekrar anlatıyorum" demenin çok güzel bir yolu olmasıdır diye düşünüyorum);
  1. Yeterli ölçüde büyüklük ve buna bağlı olarak iyi bir finansal yapısının bulunması gerektiğini belirtir. (Cari aktifler, cari pasiflerin en 2 katı olmalıdır. Buna ek olarak uzun vadeli borçlar net cari aktiflerden veya işletme sermayesinden fazla olmamalıdır.)
  2. Karlılık istikrarı (Şirket son 10 yıl her birinde kar göstermiş olmalıdır),
  3. Kar payı dağıtma sicili iyi olmalıdır,
  4. Karlılık büyümesi,
  5. Ilımlı bir F/K ve Fiyat / Aktifler oranı olmalıdır,
  6. Daha önce erişilmiş yüksek fiyata nazaran daha düşük bir fiyatının olmasıdır.
          

Son sözü yine kitaba bırakmak istiyorum...

Bilgi ve deneyiminize dayanarak cesur olun. Eğer verilerden bir sonuç çıkardıysanız ve yargınızın sağlam olduğuna inanıyorsanız, başkaları duraklasa ve hatta karşı gelse bile bildiğinizi yapın. (Kalabalık sizinle aynı fikirde değil diye haklı ve haksız olmazsınız. Verileriniz ve yargılarınız doğru olduğu için haklı olursunuz). Buna benzer olarak menkul kıymetler dünyasında, yeterli bilgi ve eldeki denenmiş yargıdan sonra en yüksek erdem, cesarettir.”

 

 

21 Şubat 2021 Pazar

Ütopya - Thomas MORE

 

“Ütopya, Thomas More tarafından yazılan, Yunanca “olmayan yer” sözcüğünden “yaratılmış” kelime ile aynı ismi taşıyan kitap.

More, Yunanca yer anlamına gelen sözcüğün önüne iyi anlamına gelen “eu” ve yok anlamına gelen “ou” takılarını birlikte çağrıştıran bir hece getirmiştir. Böylece aynı anda eutopia “iyi yer” ve outopia “yok yer” yani “olmayan yer” anlamını taşıyan bir cinas yapmıştır.

More’un 1516’da yazdığı kitap, var olmayan bir kurgusal adada geçmektedir. More kitabında Ütopyalıları ve onların yaşam biçimlerini anlatarak, dönemin İngiltere’sine bir eleştiri getirir.”

                                                                                                                              Wikipedia

  Sahip olduğumuz, arzuladığımız veya beğenmediğimiz; hayatımızda ya da başkalarının hayatlarında şahit olduğumuz yaşam tarzlarına, davranış biçimlerine eleştirel bir bakış sunmaktadır. Bunu her ne kadar yüzyıllar önce yapmış olsa da hala kendimize bir pay çıkartabilmekteyiz. Yani evet doğru bildiğiniz şekilde sürdürdüğünüz bu hayatı tam tersi ya da farklı bir yönde de yürüten insanlar var diyerek kurgusal bir metin içerisine sıkıştırmıştır bütün bir Ütopyalıların yaşam biçimini. Roman, Ütopya olarak adlandırılan adayı ziyaret eden ve orada kalan bir kimsenin bir yönetici grubuna adadaki yaşamı anlatışı şeklindedir. Sade bir dile sahip olup; yaşantılarını farklı alanlarda (askeri, ekonomi, adalet vs.) nasıl şekillendirdiklerini bölümlere ayırarak anlatan bir kitaptır. Kitabın hatırımda kalan ve not aldığım kısımlarını kendi düşüncelerimle harmanladığım bir yazı hazırladım. İyi okumalar dilerim.

  Kitapta hırsızlık ve bunun ölümle cezalandırılması üzerine geçen bir bölüm dikkatimi çekti. Hırsızlığa karşı uygulanan yaptırımlar ölümle cezalandırılsa dahi devam ettiğini belirtmekte ve aslında bu cezanın da kişinin hak ettiğinden çok olduğunu vurgulamaktadır. En azından o dönem için geçimini sağlayamayan insanları ne kadar çok sert yaptırımlarla korkutursanız korkutun hayatını devam ettirebilmesi için buna devam edeceğinin aşikar olduğunu belirtir. Bu durumu da öğrencilerine bir şey öğretmek yerine dayak atmaya hevesli, zalim hocalara benzetmektedir. İnsanların geçinebilecekleri imkanları oluşturmazsanız karşılaşılacak bu durumdan sadece onlar sorumlu olmayacaktır muhtemelen. Üstelik bu süreç iyi yönetilebilinirse bırakın bu eylemlerin gerçekleştirilmesini, insanların ürettikleri şeylerden kazançlı çıkan yine devletler olacaktır. Adalet dediğimiz şey çok güçlü yaptırımlara sahip olsa da düzeni sağlayamıyorsa temelde sorgulanması gereken bir şeylerin olduğunu belirtmekte aslında.

  Bu konu ile ilgili devam ettirdiği düşüncelerinde belki hepimizin söylemekten bıkmadığı eğitim sistemine de bir eleştiri geliyor. Bu insanların berbat bir şekilde yetişmesine ve küçücük yaşlardan itibaren ahlaklarının yavaş yavaş bozulmasına göz yumarsanız, sonra da çocukken bile suça meyilli olduğu halde, büyüyüp birer yetişkin olduklarında herhangi bir suç işleyince cezalandırmaya kalkarsanız, rica ederim onları ilk başta hırsız yapıp sonra da hırsızlıktan cezalandırmış olmaz mısınız? Okul yıllarınızı, çocukluğunuzu aklınıza getirin. Yaşadığımız birçok şeyin aslında küçük tohumlar ekilmesinden başka bir şey olmadığını göreceksinizdir. Çok basit bir şekilde sınıfta konuşanların tahtaya yazılmasının yarattığı düşünce tarzının yakın zamanda yaşanan acı olaylardan sonra birçok insanın yersiz sebeplerle şikayet edilebilmesine neden olabileceğini ilişkilendirebiliriz belki de. Sınıfta çıt çıkmamasının aslında o sınıfın en iyi sınıf olduğunu öğrenmiştik; ancak oradaki sessiz çocukların ileride hayat mücadelesinde de sesini çıkaramayabileceğini de düşünebiliriz. Öğretmeni ile yaşadığı problemde bunun dayak ile çözümlenmesine şahit olan çocuğun aslında sorunların konuşularak çözümlenemediği noktada ya da konuşmaya da gerek duymadan şiddetle çözümlenebileceğini düşünmesine de sebep olmuş olabilir bu durum. Belki de bu coğrafya da hala *kader diye adlandırdığımız şey bu noktadan başlamaktadır.

 

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür… 

Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür… 

Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür… 

Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür… 

Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür… 

Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür… 

Karakterinize dikkat edin; *kaderinize dönüşür…

Mahatma Gandhi 

  Kitabın ilerleyen bölümlerinde beni etkileyen diğer noktalardan biri ise Ütopyalıların altın ya da gümüşe verdikleri (aslında vermedikleri) değer ile ilgili. İnsanın ateş ve su olmadan ya da demir olmadan yaşamayacağına kanaat getirip, doğanın bu ürünleri sunmada cömert davranmasına bakmadan aslında belki de değer vermediği altın ve gümüşe insanoğlunun vazgeçemeyeceği bir değer yüklemesini ele almaktadır. Doğada nadir bulunmasından dolayı onları değerli kılan insanların budalalığıdır demekte. Basit bir yaklaşım sergileyerek “Doğa ihtiyacımız olan en önemli kavramları (hava, su ve toprak) gözlerimizin önüne sermişken, belki de değersiz ve bir yararı dokunmayacak şeyleri de bizden olabildiğince uzaklaştırmıştır.” düşüncesini savunur. Ütopyalılar gündelik hayatta kullandıkları aletleri bizim değersiz gördüğümüz malzemelerden üretirken çok değer verdiğimiz malzemeleri lazımlık, köleler için (düzeni bozmak isteyenleri katma değer katabilecekleri bir sisteme dahil ederek kurdukları bir düzen) zincir ya da pranga olarak kullanmakta ve hatta yüz kızartıcı suç işleyenleri teşhir edebilmek adına altın yüzük ya da kolye takmalarını sağlamaktalarmış. Ve işin daha ilginç yanı bu değerli taşları çocuklara oyunlarında kullanabilmeleri için vermektelermiş. Buradaki amaç ise çocukların yetişkinlik dönemine girdiklerinde bu tarz taşların çocuklara özgü olduğu algısına sahip olmalarını sağlamakmış. Çok az bulunan şeyler için gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeye devam eden savaşları düşündüğünde insan, bu algı değiştirilebilir miydi diye sormadan edemiyor.

  Ve suç konusunda değindiği bir diğer husus ise; Herhangi bir suça açıkça ya da zımnen niyetlenmek, suçu işlemekle eşdeğerdir. Ütopyalılara göre niyetini gerçekleştirememiş olması, gerçekleştirebilmek için elinden geleni yapmış olan bir insanın hanesine ödül olarak yazılmamalı. Bugün herkesin hemen hemen her gün medyadan ya da birebir karşılaştığı cinayetler, hırsızlıklar bir anda olmamıştır muhtemelen. Önceki girişimlerinde bu insanlara ikinci hakkı tanıyan bir sistem sebebi ile bugün karşılaşmaktayız. Onlara ödül olarak tanınan o serbestlik bir gün bizi de bulmadan bazı şeyleri düzeltmemiz gerektiğini bilmeli ve sınıfta hep susturulmaya çalışılan o çocuğun da bir şeyler söylemesi için elimizden geleni yapmalıyız. Şiddeti bir araç olmaktan çıkarıp onun yerine iletişimi hem evde hem de okulda koymak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Yaşanan bütün olumsuzlukların sistemi kuranların suçu olduğunu bildiğimiz kadar sürecin bir parçası olan bizlerin de bu düzende payımız olduğunu bilmeden ilerleyebileceğimizi zannetmiyorum.


Bazen yapacak bir şey kalmadığında zorunluluk sizi cesur kılar. 

  Kitap içerisinde paylaşılacak birçok kısım daha var aslında ama şimdilik o çocuk kadar sessiz kalmamız ya da Thomas More’un dediği kadar cesur kılacak bir zorunluluk yaşamamız gerekiyor sanırım.

 


13 Şubat 2021 Cumartesi

Zengin Baba Yoksul Baba - Robert T. KİYOSAKİ

 Henüz okumaya başladığım yatırıma yönelik kitaplarda fark ettiğim temel şey aslında düşünce yapısının değiştirilmesiydi. Verilen çok temel örneklerde dahi anlıyoruz ki düpedüz karşımızda duran şeyi göremiyoruz. Birazdan bahsedeceğim temel seviyedeki örneklerde nasıl eleştirel bakış açılarına sahip olduğumuzu ve yatırım yaparken “tesadüfi” denilen davranışların aslında nasıl içgüdüsel olduğunu göreceksiniz. Teknik analize başlarken (hala başındayım tabi) formasyonların nasıl oluştuğunu ya da fibonacci ve türevlerinin nasıl doğru veriler sunduğunu gördüğümde inanmak istemiyordum. İnsanların tesadüfi davranışlarının nasıl bir düzen içerisinde olabileceği konusu aklımda hep bir soru işaretiydi. Bu kitap bu sorulara teknik anlamda tam anlamıyla cevap olmuyor fakat benim de henüz fark etmeye başladığım düşünce yapısının değiştirilmesinin gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu sayede aslında formasyonu oluşturan yığınların, tesadüf olarak adlandırdığımız tipik davranışlarının içgüdüsel hareketler olduğu mantığını ortaya çıkarıyor. Lafı fazla da uzatmadan kendime aldığım notları ve bunlarla karışık düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim.

Tüketiciler neden yoksuldur? Bir alışveriş merkezinde indirim varsa diyelim tuvalet kağıt fiyatlarında tüketici kesim koşar ve alışveriş arabasını o ürünle doldurur. Gelgelelim borsada indirim varsa ki buna endeksin düşmesi ya da düzeltmesi denir. Tüketici ondan kaçar. Alışveriş merkezin fiyatlar yükseldiğinde tüketici başka yere yönelir. Borsada endeks yükselince, tüketici satın almaya başlar. Her zaman hatırlayın; Kazanç satın alırken sağlanır, satarken değil.

 

 Kitap Robert T. Kiyosaki’nin henüz daha bir çocukken yatırım serüvenine ilk adımlarını nasıl attığını anlatarak başlıyor. Kitap içerisinde “Yoksul Baba” olarak nitelendirdiği kendi babası ve “Zengin Baba” olarak nitelendirdiği kayınbabası demek isterdim 😀bir özlü sözümüze dayanarak ve kitap burada biterdi belki ama çocukluk arkadaşının babasıdır. Bu kısımdan da anlayacağınız üzere “Zengin Baba” ‘dan aldığı tavsiyeler ve öğreti tadında yaşayarak edindiği davranışların, düşünce yapısını nasıl değiştirdiğini anlatıyor Robert T. Kiyosaki. Ve çocukken dahi para kazanma konusundaki düşüncelerimizin değiştirilmesi ile oluşacak bilincin bizi ileride hangi seviyelere getirebileceğini gösteriyor. Mesela maddi darlık içerisindeyseniz ve satın almaya çalıştığınız ürün de eğer pahalıysa çok basit bir ifadeyle “Bedelini karşılayamam.” düşüncesi içinde bulursunuz kendinizi. İşte tam bu noktada Robert T. Kiyosaki bu ifadeyi bu şekilde kurduğunuz anda aslında beyninizi zorlamayı bırakıp, üretkenliğini yitirmesine sebep olursunuz demekte. Bu ifadenin yerine ise “Bedelini nasıl karşılayabilirim?” demenizi salık vermekte. Baktığınızda ne kadar basit bir ifade hatta bu dönüşümün sadece bu cümle ile gerçekleşmesi size saçma da gelebilir ama dönüşüm gerçekten tam da bu düşünce yapısında başlıyor aslında. “Bedelini karşılayamam” ifadesinin arkasına gizlenmiş korku, kuşku artık ne derseniz o duygu yoğunluğu sizin düşüncelerinizi inşa etmeye başlıyor. Aksine “Bedelini nasıl karşılayabilirim?” ifadesi beyninizin üretkenliğini artırmaya ve farklı gelir kaynakları elde etme adına sizi zorlamaya başlıyor. Ve hapsolduğunuz düşünceden yavaşça sıyrılmanıza imkan sağlıyor.

“Yoksulluğun ya da maddi darlığın en temel nedeni korku ve cehalettir.”

 

 Bu felsefeyle başlayan serüven varlıklarımızdaki aktif ve pasif ayırımı ile devam ediyor. Aslında bulunduğunuz ekonomik sınıf, bu ayırımı ne şekilde yaptığınızla alakalı biraz da. Size gelir sağlayacak olan varlıklara mı yatırım yapıyorsunuz yoksa sizin için sadece gider kısmına yazılacak varlıklara mı?

“Zenginler aktifleri satın alır.

Yoksulların yalnızca giderleri vardır.

Orta sınıf aktifliğine inandığı pasifler alır.”

 Burada çok doğal eleştiriler gelebilir. Özellikle yatırım söz konusu olduğunda para bulmak çok zorlaşır. Çünkü o kadar fazla gider var ki. Nereye yetişebilir insan. Yine üstünde defaatle durduğu bakış açısının değiştirilmesi hususuna geleceğim. Burada suçlayacağımız birçok unsur olabilir. Bunlar da pekala kişi, mevcut süreç, yaşananlar vs. olabilir. Sorunun gerçekten bunlardan kaynaklandığını düşünüyorsan bunları değiştirmelisin. Ancak sorunun kendinden kaynaklandığını düşünürsen kendini değiştirebilir ve süreci farklı bir bakış açısı ile algılayabilirsin. Ve bence buradaki en önemli sözü de “Kendini değiştirmek, başkasını değiştirmekten daha kolaydır.” ifadesidir diye düşünüyorum.

 

“Bazen kazanırsınız, bazen de ders alırsınız.”

 Sokağa adım attığınız andan itibaren risk almaya başlarsınız. Hayatın her noktasında sizi farklı olasılıklarda riskler karşılayacaktır. Bu riskler var diye siz yola devam etmeyecek misiniz? Asla! Sizin bu süreçle baş edebilme yeteneğiniz aslında sizi başarılı kılacak olandır. “Başarısızlık kazananlara esin kaynağı olur. Başarısızlık kaybedenleri yenilgiye uğratır.” Thomas Edison gerçekleştirmiş olduğu 999. denemeye kadar kaybetmekten korkmadı. 1000. seferde başardığında ise önceki 999 denemenin bunun bir parçası olacağını bildiğini düşünüyorum. Gerçekleştirmiş olduğumuz her kaybedişte, sürece bu mantalite ile bakabilirsek ilerleme yolunda adımlarımızı sağlamlaştırmış oluruz. Hata yapmaktan korkmadan ama yaptığımız hatalardan dersler çıkararak.

 

“Ben berbat bir yazarım. Sen büyük bir yazarsın. Ben pazarlama okudum. Sen yüksek lisans sahibisin. Bunları birleştir. Karşında bir “En çok satan yazar” bir de “En iyi yazan yazar” olduğunu göreceksin. Bunun anlamı şu; çoğu insan becerilerine bir tane daha eklerse gelirini büyük oranda artırmayı başarabilir.”

   Kitabı okurken birkaç yerde kafamda bu zamana kadar oturmuş belirli bir düşünceye tamamen bir zıt fikirle karşılaştım. Bir insanın bir konuda uzmanlaşmasının yeterliliğini ve belki de iş yaşamında bunun vazgeçilmez olduğunu düşünürdüm. Tabi bu durum kişisel tatminler çerçevesinde de değerlendirilebilir ama birazdan aktaracağım anekdotta sanırım siz de kafanızda bazı fikirlerin yer değiştirdiğini hissedeceksiniz. Robert T. Kiyosaki, daha önceden de yazılarını takip ettiği bir gazeteci ile bir röportaj gerçekleştirmek üzere buluşur. Konuşmanın ilerleyen süreçlerinde gazeteci olan kişinin kitaplarının çok satamaması üzerine bir konuşma geçer. Bu noktada Robert, röportaj için gelen kişiye pazarlama eğitimi almasını söyler. Fakat karşıdaki kimse, bu söylemin kendisine bir hakaret sayılabileceğini (kendisini pazarlamak fikri) belirtir. Ve edebi alanda yapmış olduğu yüksek lisanstan ve kariyerinden bahseder.  Robert daha önceden de takip ettiği kimsenin edebiyat konusundaki yeterliliğini bilerek üst taraftaki👆 ifadeyi sarf eder.

“Kendimden daha zekileri işe alırım, akıllı insanları ancak kültür ve değerler sistemiyle yönetebilirsiniz” Jack MA

 Ve kitabın ilerleyen bölümlerinde pek çok yetenekli insanın ciddi geçim sıkıntıları içerisinde yer aldığını belirtmektedir. Günümüze uyarladığımda severek izlediğim futbol dünyasında inanılmaz yetenekli insanların bünyelerine katmadıkları farklı alanlardaki yeteneklerinden dolayı hayatlarını elde edebileceklerinden daha düşük standartlarda yaşamak zorunda kaldığını ya da iş yaşamında sınırlı bilgiye sahip insanların kendilerini farklı alanlarda da geliştirerek iyi noktalara geldiklerini görmüşüzdür. Bu da en basitinden sahip olduğumuz bilgileri pazarlayabilmeyi, süreçleri yönetebilmeyi, iletişim kurabilmeyi vs. birçok yeteneğe sahip olmanın aslında bizi ön plana çıkaracağını ortaya koymaktadır. Ve birçok üst düzey yöneticinin kendisinden daha zeki insanları işe almayı tercih etmesini bu çerçevede değerlendiririm.

 

“Bildiklerim bana para kazandırır. Bilmediklerim para kaybettirir. Ne zaman kibirli davrandıysam para kaybettim. Çünkü kibirli olduğumda, bilmediklerimin önemli olmadığına inandım.”

Kazancımız yetmiyor. Sabit bir gelir akışı artan ihtiyaçlarımızı karşılamıyor. Peki inanılmaz bir hızda değişen dünyada sahip olduğunuz sınırlı bilgileriniz size yetiyor mu? Artık bilgi kendisini öyle bir hızda yeniliyor ki sizin övündüğünüz bilgiler kısa sürede önemsizleşebiliyor. Artık önemli olan bu bilgiyi ne hızda güncelleyebildiğiniz oluyor. Bu hızlı öğrenme süreci sizi karşılaşacağınız risklere karşı hazırlıklı olmanızı ve dünyayı daha farklı bir perspektifle görmenize imkan sağlıyor. Bilginin ya da bu yeteneğin yoksunluğu ise cehaleti, cehaletin beslediği egoyu ve bunların birleşimi kibir duygusunu oluşturuyor.

 Ve son...

Yatırım kararını ilk aldığım andan itibaren herkes önce deneyimlediği ya da deneyimlememiş olsa dahi duyduğu korkularını teker teker sıraladı. Yaşanılan onlarca örnekleri önüme çıkardılar. Evini, arabasını, tüm mal varlıklarını vs. kaybedenleri gösterdiler, anlattılar. Kuşku içerisinde yaklaştılar. Sürekli eleştirdiler. Her kaybedişimde beni de çok tedirgin etti bu durum. Bunun tek sebebinin bilgi eksikliği olduğunu ve bu eksikliğinde korkuyu beslediğini öğrendim. En doğru bilgiyi de hatalarımı analiz ettiğimde öğrendiğimin farkına vardım. Hayatı hep düşerek öğrenemezsiniz elbette ama düşmeyi öğrendikten sonra düşsek dahi yara almamayı veya düşmemeyi (konu borsa olunca pek mümkün değil ama yine de belirli stratejiler kurabiliyorsunuz) öğrenmiş olmalısınız. Beni geri plana atacak tembellik hissine yer vermeden kendimi sürekli okuyarak güncellemem gerektiği bilinciyle devam etmekteyim. Gündelik hayatımda dahi yatırım fikrini hep önce tutmaya harcamalarımı buna göre ayarlamaya, gelir kaynaklarımın harcamalarıma yetmediği noktalarda alternatif gelir kaynaklarının neler olabileceğini düşünmeye, sorgulamaya çalıştım, çalışıyorum. Günün sonunda 999. seferde de kalabilirim. Ama bir uyanışı gerçekleştirdiğim için mutlu bir son olacaktır.

 

“İçinizden nasıl geliyorsa öyle yapın, nasıl olsa biri çıkıp sizi eleştirecek. Yapsanız da lanet okurlar, yapmasanız da…”

                                                                Eleanor Roosevelt

 

Warren Buffett ve Finansal Tabloların Yorumlanması

Warren Edward Buffett  (30 Ağustos 1930, Nebraska ), Amerikalı  iş adamı ve hisse senedi yatırımcısıdır. 20. Yüzyılın en başarılı yatırımcıl...