21 Şubat 2021 Pazar

Ütopya - Thomas MORE

 

“Ütopya, Thomas More tarafından yazılan, Yunanca “olmayan yer” sözcüğünden “yaratılmış” kelime ile aynı ismi taşıyan kitap.

More, Yunanca yer anlamına gelen sözcüğün önüne iyi anlamına gelen “eu” ve yok anlamına gelen “ou” takılarını birlikte çağrıştıran bir hece getirmiştir. Böylece aynı anda eutopia “iyi yer” ve outopia “yok yer” yani “olmayan yer” anlamını taşıyan bir cinas yapmıştır.

More’un 1516’da yazdığı kitap, var olmayan bir kurgusal adada geçmektedir. More kitabında Ütopyalıları ve onların yaşam biçimlerini anlatarak, dönemin İngiltere’sine bir eleştiri getirir.”

                                                                                                                              Wikipedia

  Sahip olduğumuz, arzuladığımız veya beğenmediğimiz; hayatımızda ya da başkalarının hayatlarında şahit olduğumuz yaşam tarzlarına, davranış biçimlerine eleştirel bir bakış sunmaktadır. Bunu her ne kadar yüzyıllar önce yapmış olsa da hala kendimize bir pay çıkartabilmekteyiz. Yani evet doğru bildiğiniz şekilde sürdürdüğünüz bu hayatı tam tersi ya da farklı bir yönde de yürüten insanlar var diyerek kurgusal bir metin içerisine sıkıştırmıştır bütün bir Ütopyalıların yaşam biçimini. Roman, Ütopya olarak adlandırılan adayı ziyaret eden ve orada kalan bir kimsenin bir yönetici grubuna adadaki yaşamı anlatışı şeklindedir. Sade bir dile sahip olup; yaşantılarını farklı alanlarda (askeri, ekonomi, adalet vs.) nasıl şekillendirdiklerini bölümlere ayırarak anlatan bir kitaptır. Kitabın hatırımda kalan ve not aldığım kısımlarını kendi düşüncelerimle harmanladığım bir yazı hazırladım. İyi okumalar dilerim.

  Kitapta hırsızlık ve bunun ölümle cezalandırılması üzerine geçen bir bölüm dikkatimi çekti. Hırsızlığa karşı uygulanan yaptırımlar ölümle cezalandırılsa dahi devam ettiğini belirtmekte ve aslında bu cezanın da kişinin hak ettiğinden çok olduğunu vurgulamaktadır. En azından o dönem için geçimini sağlayamayan insanları ne kadar çok sert yaptırımlarla korkutursanız korkutun hayatını devam ettirebilmesi için buna devam edeceğinin aşikar olduğunu belirtir. Bu durumu da öğrencilerine bir şey öğretmek yerine dayak atmaya hevesli, zalim hocalara benzetmektedir. İnsanların geçinebilecekleri imkanları oluşturmazsanız karşılaşılacak bu durumdan sadece onlar sorumlu olmayacaktır muhtemelen. Üstelik bu süreç iyi yönetilebilinirse bırakın bu eylemlerin gerçekleştirilmesini, insanların ürettikleri şeylerden kazançlı çıkan yine devletler olacaktır. Adalet dediğimiz şey çok güçlü yaptırımlara sahip olsa da düzeni sağlayamıyorsa temelde sorgulanması gereken bir şeylerin olduğunu belirtmekte aslında.

  Bu konu ile ilgili devam ettirdiği düşüncelerinde belki hepimizin söylemekten bıkmadığı eğitim sistemine de bir eleştiri geliyor. Bu insanların berbat bir şekilde yetişmesine ve küçücük yaşlardan itibaren ahlaklarının yavaş yavaş bozulmasına göz yumarsanız, sonra da çocukken bile suça meyilli olduğu halde, büyüyüp birer yetişkin olduklarında herhangi bir suç işleyince cezalandırmaya kalkarsanız, rica ederim onları ilk başta hırsız yapıp sonra da hırsızlıktan cezalandırmış olmaz mısınız? Okul yıllarınızı, çocukluğunuzu aklınıza getirin. Yaşadığımız birçok şeyin aslında küçük tohumlar ekilmesinden başka bir şey olmadığını göreceksinizdir. Çok basit bir şekilde sınıfta konuşanların tahtaya yazılmasının yarattığı düşünce tarzının yakın zamanda yaşanan acı olaylardan sonra birçok insanın yersiz sebeplerle şikayet edilebilmesine neden olabileceğini ilişkilendirebiliriz belki de. Sınıfta çıt çıkmamasının aslında o sınıfın en iyi sınıf olduğunu öğrenmiştik; ancak oradaki sessiz çocukların ileride hayat mücadelesinde de sesini çıkaramayabileceğini de düşünebiliriz. Öğretmeni ile yaşadığı problemde bunun dayak ile çözümlenmesine şahit olan çocuğun aslında sorunların konuşularak çözümlenemediği noktada ya da konuşmaya da gerek duymadan şiddetle çözümlenebileceğini düşünmesine de sebep olmuş olabilir bu durum. Belki de bu coğrafya da hala *kader diye adlandırdığımız şey bu noktadan başlamaktadır.

 

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür… 

Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür… 

Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür… 

Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür… 

Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür… 

Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür… 

Karakterinize dikkat edin; *kaderinize dönüşür…

Mahatma Gandhi 

  Kitabın ilerleyen bölümlerinde beni etkileyen diğer noktalardan biri ise Ütopyalıların altın ya da gümüşe verdikleri (aslında vermedikleri) değer ile ilgili. İnsanın ateş ve su olmadan ya da demir olmadan yaşamayacağına kanaat getirip, doğanın bu ürünleri sunmada cömert davranmasına bakmadan aslında belki de değer vermediği altın ve gümüşe insanoğlunun vazgeçemeyeceği bir değer yüklemesini ele almaktadır. Doğada nadir bulunmasından dolayı onları değerli kılan insanların budalalığıdır demekte. Basit bir yaklaşım sergileyerek “Doğa ihtiyacımız olan en önemli kavramları (hava, su ve toprak) gözlerimizin önüne sermişken, belki de değersiz ve bir yararı dokunmayacak şeyleri de bizden olabildiğince uzaklaştırmıştır.” düşüncesini savunur. Ütopyalılar gündelik hayatta kullandıkları aletleri bizim değersiz gördüğümüz malzemelerden üretirken çok değer verdiğimiz malzemeleri lazımlık, köleler için (düzeni bozmak isteyenleri katma değer katabilecekleri bir sisteme dahil ederek kurdukları bir düzen) zincir ya da pranga olarak kullanmakta ve hatta yüz kızartıcı suç işleyenleri teşhir edebilmek adına altın yüzük ya da kolye takmalarını sağlamaktalarmış. Ve işin daha ilginç yanı bu değerli taşları çocuklara oyunlarında kullanabilmeleri için vermektelermiş. Buradaki amaç ise çocukların yetişkinlik dönemine girdiklerinde bu tarz taşların çocuklara özgü olduğu algısına sahip olmalarını sağlamakmış. Çok az bulunan şeyler için gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeye devam eden savaşları düşündüğünde insan, bu algı değiştirilebilir miydi diye sormadan edemiyor.

  Ve suç konusunda değindiği bir diğer husus ise; Herhangi bir suça açıkça ya da zımnen niyetlenmek, suçu işlemekle eşdeğerdir. Ütopyalılara göre niyetini gerçekleştirememiş olması, gerçekleştirebilmek için elinden geleni yapmış olan bir insanın hanesine ödül olarak yazılmamalı. Bugün herkesin hemen hemen her gün medyadan ya da birebir karşılaştığı cinayetler, hırsızlıklar bir anda olmamıştır muhtemelen. Önceki girişimlerinde bu insanlara ikinci hakkı tanıyan bir sistem sebebi ile bugün karşılaşmaktayız. Onlara ödül olarak tanınan o serbestlik bir gün bizi de bulmadan bazı şeyleri düzeltmemiz gerektiğini bilmeli ve sınıfta hep susturulmaya çalışılan o çocuğun da bir şeyler söylemesi için elimizden geleni yapmalıyız. Şiddeti bir araç olmaktan çıkarıp onun yerine iletişimi hem evde hem de okulda koymak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Yaşanan bütün olumsuzlukların sistemi kuranların suçu olduğunu bildiğimiz kadar sürecin bir parçası olan bizlerin de bu düzende payımız olduğunu bilmeden ilerleyebileceğimizi zannetmiyorum.


Bazen yapacak bir şey kalmadığında zorunluluk sizi cesur kılar. 

  Kitap içerisinde paylaşılacak birçok kısım daha var aslında ama şimdilik o çocuk kadar sessiz kalmamız ya da Thomas More’un dediği kadar cesur kılacak bir zorunluluk yaşamamız gerekiyor sanırım.

 


13 Şubat 2021 Cumartesi

Zengin Baba Yoksul Baba - Robert T. KİYOSAKİ

 Henüz okumaya başladığım yatırıma yönelik kitaplarda fark ettiğim temel şey aslında düşünce yapısının değiştirilmesiydi. Verilen çok temel örneklerde dahi anlıyoruz ki düpedüz karşımızda duran şeyi göremiyoruz. Birazdan bahsedeceğim temel seviyedeki örneklerde nasıl eleştirel bakış açılarına sahip olduğumuzu ve yatırım yaparken “tesadüfi” denilen davranışların aslında nasıl içgüdüsel olduğunu göreceksiniz. Teknik analize başlarken (hala başındayım tabi) formasyonların nasıl oluştuğunu ya da fibonacci ve türevlerinin nasıl doğru veriler sunduğunu gördüğümde inanmak istemiyordum. İnsanların tesadüfi davranışlarının nasıl bir düzen içerisinde olabileceği konusu aklımda hep bir soru işaretiydi. Bu kitap bu sorulara teknik anlamda tam anlamıyla cevap olmuyor fakat benim de henüz fark etmeye başladığım düşünce yapısının değiştirilmesinin gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu sayede aslında formasyonu oluşturan yığınların, tesadüf olarak adlandırdığımız tipik davranışlarının içgüdüsel hareketler olduğu mantığını ortaya çıkarıyor. Lafı fazla da uzatmadan kendime aldığım notları ve bunlarla karışık düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim.

Tüketiciler neden yoksuldur? Bir alışveriş merkezinde indirim varsa diyelim tuvalet kağıt fiyatlarında tüketici kesim koşar ve alışveriş arabasını o ürünle doldurur. Gelgelelim borsada indirim varsa ki buna endeksin düşmesi ya da düzeltmesi denir. Tüketici ondan kaçar. Alışveriş merkezin fiyatlar yükseldiğinde tüketici başka yere yönelir. Borsada endeks yükselince, tüketici satın almaya başlar. Her zaman hatırlayın; Kazanç satın alırken sağlanır, satarken değil.

 

 Kitap Robert T. Kiyosaki’nin henüz daha bir çocukken yatırım serüvenine ilk adımlarını nasıl attığını anlatarak başlıyor. Kitap içerisinde “Yoksul Baba” olarak nitelendirdiği kendi babası ve “Zengin Baba” olarak nitelendirdiği kayınbabası demek isterdim 😀bir özlü sözümüze dayanarak ve kitap burada biterdi belki ama çocukluk arkadaşının babasıdır. Bu kısımdan da anlayacağınız üzere “Zengin Baba” ‘dan aldığı tavsiyeler ve öğreti tadında yaşayarak edindiği davranışların, düşünce yapısını nasıl değiştirdiğini anlatıyor Robert T. Kiyosaki. Ve çocukken dahi para kazanma konusundaki düşüncelerimizin değiştirilmesi ile oluşacak bilincin bizi ileride hangi seviyelere getirebileceğini gösteriyor. Mesela maddi darlık içerisindeyseniz ve satın almaya çalıştığınız ürün de eğer pahalıysa çok basit bir ifadeyle “Bedelini karşılayamam.” düşüncesi içinde bulursunuz kendinizi. İşte tam bu noktada Robert T. Kiyosaki bu ifadeyi bu şekilde kurduğunuz anda aslında beyninizi zorlamayı bırakıp, üretkenliğini yitirmesine sebep olursunuz demekte. Bu ifadenin yerine ise “Bedelini nasıl karşılayabilirim?” demenizi salık vermekte. Baktığınızda ne kadar basit bir ifade hatta bu dönüşümün sadece bu cümle ile gerçekleşmesi size saçma da gelebilir ama dönüşüm gerçekten tam da bu düşünce yapısında başlıyor aslında. “Bedelini karşılayamam” ifadesinin arkasına gizlenmiş korku, kuşku artık ne derseniz o duygu yoğunluğu sizin düşüncelerinizi inşa etmeye başlıyor. Aksine “Bedelini nasıl karşılayabilirim?” ifadesi beyninizin üretkenliğini artırmaya ve farklı gelir kaynakları elde etme adına sizi zorlamaya başlıyor. Ve hapsolduğunuz düşünceden yavaşça sıyrılmanıza imkan sağlıyor.

“Yoksulluğun ya da maddi darlığın en temel nedeni korku ve cehalettir.”

 

 Bu felsefeyle başlayan serüven varlıklarımızdaki aktif ve pasif ayırımı ile devam ediyor. Aslında bulunduğunuz ekonomik sınıf, bu ayırımı ne şekilde yaptığınızla alakalı biraz da. Size gelir sağlayacak olan varlıklara mı yatırım yapıyorsunuz yoksa sizin için sadece gider kısmına yazılacak varlıklara mı?

“Zenginler aktifleri satın alır.

Yoksulların yalnızca giderleri vardır.

Orta sınıf aktifliğine inandığı pasifler alır.”

 Burada çok doğal eleştiriler gelebilir. Özellikle yatırım söz konusu olduğunda para bulmak çok zorlaşır. Çünkü o kadar fazla gider var ki. Nereye yetişebilir insan. Yine üstünde defaatle durduğu bakış açısının değiştirilmesi hususuna geleceğim. Burada suçlayacağımız birçok unsur olabilir. Bunlar da pekala kişi, mevcut süreç, yaşananlar vs. olabilir. Sorunun gerçekten bunlardan kaynaklandığını düşünüyorsan bunları değiştirmelisin. Ancak sorunun kendinden kaynaklandığını düşünürsen kendini değiştirebilir ve süreci farklı bir bakış açısı ile algılayabilirsin. Ve bence buradaki en önemli sözü de “Kendini değiştirmek, başkasını değiştirmekten daha kolaydır.” ifadesidir diye düşünüyorum.

 

“Bazen kazanırsınız, bazen de ders alırsınız.”

 Sokağa adım attığınız andan itibaren risk almaya başlarsınız. Hayatın her noktasında sizi farklı olasılıklarda riskler karşılayacaktır. Bu riskler var diye siz yola devam etmeyecek misiniz? Asla! Sizin bu süreçle baş edebilme yeteneğiniz aslında sizi başarılı kılacak olandır. “Başarısızlık kazananlara esin kaynağı olur. Başarısızlık kaybedenleri yenilgiye uğratır.” Thomas Edison gerçekleştirmiş olduğu 999. denemeye kadar kaybetmekten korkmadı. 1000. seferde başardığında ise önceki 999 denemenin bunun bir parçası olacağını bildiğini düşünüyorum. Gerçekleştirmiş olduğumuz her kaybedişte, sürece bu mantalite ile bakabilirsek ilerleme yolunda adımlarımızı sağlamlaştırmış oluruz. Hata yapmaktan korkmadan ama yaptığımız hatalardan dersler çıkararak.

 

“Ben berbat bir yazarım. Sen büyük bir yazarsın. Ben pazarlama okudum. Sen yüksek lisans sahibisin. Bunları birleştir. Karşında bir “En çok satan yazar” bir de “En iyi yazan yazar” olduğunu göreceksin. Bunun anlamı şu; çoğu insan becerilerine bir tane daha eklerse gelirini büyük oranda artırmayı başarabilir.”

   Kitabı okurken birkaç yerde kafamda bu zamana kadar oturmuş belirli bir düşünceye tamamen bir zıt fikirle karşılaştım. Bir insanın bir konuda uzmanlaşmasının yeterliliğini ve belki de iş yaşamında bunun vazgeçilmez olduğunu düşünürdüm. Tabi bu durum kişisel tatminler çerçevesinde de değerlendirilebilir ama birazdan aktaracağım anekdotta sanırım siz de kafanızda bazı fikirlerin yer değiştirdiğini hissedeceksiniz. Robert T. Kiyosaki, daha önceden de yazılarını takip ettiği bir gazeteci ile bir röportaj gerçekleştirmek üzere buluşur. Konuşmanın ilerleyen süreçlerinde gazeteci olan kişinin kitaplarının çok satamaması üzerine bir konuşma geçer. Bu noktada Robert, röportaj için gelen kişiye pazarlama eğitimi almasını söyler. Fakat karşıdaki kimse, bu söylemin kendisine bir hakaret sayılabileceğini (kendisini pazarlamak fikri) belirtir. Ve edebi alanda yapmış olduğu yüksek lisanstan ve kariyerinden bahseder.  Robert daha önceden de takip ettiği kimsenin edebiyat konusundaki yeterliliğini bilerek üst taraftaki👆 ifadeyi sarf eder.

“Kendimden daha zekileri işe alırım, akıllı insanları ancak kültür ve değerler sistemiyle yönetebilirsiniz” Jack MA

 Ve kitabın ilerleyen bölümlerinde pek çok yetenekli insanın ciddi geçim sıkıntıları içerisinde yer aldığını belirtmektedir. Günümüze uyarladığımda severek izlediğim futbol dünyasında inanılmaz yetenekli insanların bünyelerine katmadıkları farklı alanlardaki yeteneklerinden dolayı hayatlarını elde edebileceklerinden daha düşük standartlarda yaşamak zorunda kaldığını ya da iş yaşamında sınırlı bilgiye sahip insanların kendilerini farklı alanlarda da geliştirerek iyi noktalara geldiklerini görmüşüzdür. Bu da en basitinden sahip olduğumuz bilgileri pazarlayabilmeyi, süreçleri yönetebilmeyi, iletişim kurabilmeyi vs. birçok yeteneğe sahip olmanın aslında bizi ön plana çıkaracağını ortaya koymaktadır. Ve birçok üst düzey yöneticinin kendisinden daha zeki insanları işe almayı tercih etmesini bu çerçevede değerlendiririm.

 

“Bildiklerim bana para kazandırır. Bilmediklerim para kaybettirir. Ne zaman kibirli davrandıysam para kaybettim. Çünkü kibirli olduğumda, bilmediklerimin önemli olmadığına inandım.”

Kazancımız yetmiyor. Sabit bir gelir akışı artan ihtiyaçlarımızı karşılamıyor. Peki inanılmaz bir hızda değişen dünyada sahip olduğunuz sınırlı bilgileriniz size yetiyor mu? Artık bilgi kendisini öyle bir hızda yeniliyor ki sizin övündüğünüz bilgiler kısa sürede önemsizleşebiliyor. Artık önemli olan bu bilgiyi ne hızda güncelleyebildiğiniz oluyor. Bu hızlı öğrenme süreci sizi karşılaşacağınız risklere karşı hazırlıklı olmanızı ve dünyayı daha farklı bir perspektifle görmenize imkan sağlıyor. Bilginin ya da bu yeteneğin yoksunluğu ise cehaleti, cehaletin beslediği egoyu ve bunların birleşimi kibir duygusunu oluşturuyor.

 Ve son...

Yatırım kararını ilk aldığım andan itibaren herkes önce deneyimlediği ya da deneyimlememiş olsa dahi duyduğu korkularını teker teker sıraladı. Yaşanılan onlarca örnekleri önüme çıkardılar. Evini, arabasını, tüm mal varlıklarını vs. kaybedenleri gösterdiler, anlattılar. Kuşku içerisinde yaklaştılar. Sürekli eleştirdiler. Her kaybedişimde beni de çok tedirgin etti bu durum. Bunun tek sebebinin bilgi eksikliği olduğunu ve bu eksikliğinde korkuyu beslediğini öğrendim. En doğru bilgiyi de hatalarımı analiz ettiğimde öğrendiğimin farkına vardım. Hayatı hep düşerek öğrenemezsiniz elbette ama düşmeyi öğrendikten sonra düşsek dahi yara almamayı veya düşmemeyi (konu borsa olunca pek mümkün değil ama yine de belirli stratejiler kurabiliyorsunuz) öğrenmiş olmalısınız. Beni geri plana atacak tembellik hissine yer vermeden kendimi sürekli okuyarak güncellemem gerektiği bilinciyle devam etmekteyim. Gündelik hayatımda dahi yatırım fikrini hep önce tutmaya harcamalarımı buna göre ayarlamaya, gelir kaynaklarımın harcamalarıma yetmediği noktalarda alternatif gelir kaynaklarının neler olabileceğini düşünmeye, sorgulamaya çalıştım, çalışıyorum. Günün sonunda 999. seferde de kalabilirim. Ama bir uyanışı gerçekleştirdiğim için mutlu bir son olacaktır.

 

“İçinizden nasıl geliyorsa öyle yapın, nasıl olsa biri çıkıp sizi eleştirecek. Yapsanız da lanet okurlar, yapmasanız da…”

                                                                Eleanor Roosevelt

 

Warren Buffett ve Finansal Tabloların Yorumlanması

Warren Edward Buffett  (30 Ağustos 1930, Nebraska ), Amerikalı  iş adamı ve hisse senedi yatırımcısıdır. 20. Yüzyılın en başarılı yatırımcıl...