“Ütopya, Thomas More tarafından yazılan, Yunanca “olmayan yer” sözcüğünden
“yaratılmış” kelime ile aynı ismi taşıyan kitap.
More, Yunanca yer anlamına gelen sözcüğün önüne iyi anlamına gelen “eu” ve
yok anlamına gelen “ou” takılarını birlikte çağrıştıran bir hece getirmiştir.
Böylece aynı anda eutopia “iyi yer” ve outopia “yok
yer” yani “olmayan yer” anlamını taşıyan bir cinas yapmıştır.
More’un 1516’da yazdığı kitap, var olmayan bir kurgusal adada geçmektedir.
More kitabında Ütopyalıları ve onların yaşam biçimlerini anlatarak, dönemin
İngiltere’sine bir eleştiri getirir.”
Wikipedia
Sahip olduğumuz, arzuladığımız veya beğenmediğimiz; hayatımızda ya
da başkalarının hayatlarında şahit olduğumuz yaşam tarzlarına, davranış
biçimlerine eleştirel bir bakış sunmaktadır. Bunu her ne kadar yüzyıllar önce
yapmış olsa da hala kendimize bir pay çıkartabilmekteyiz. Yani evet doğru
bildiğiniz şekilde sürdürdüğünüz bu hayatı tam tersi ya da farklı bir yönde de
yürüten insanlar var diyerek kurgusal bir metin içerisine sıkıştırmıştır bütün
bir Ütopyalıların yaşam biçimini. Roman, Ütopya olarak adlandırılan adayı
ziyaret eden ve orada kalan bir kimsenin bir yönetici grubuna adadaki yaşamı anlatışı
şeklindedir. Sade bir dile sahip olup; yaşantılarını farklı alanlarda (askeri,
ekonomi, adalet vs.) nasıl şekillendirdiklerini bölümlere ayırarak anlatan bir
kitaptır. Kitabın hatırımda kalan ve not aldığım kısımlarını kendi
düşüncelerimle harmanladığım bir yazı hazırladım. İyi okumalar dilerim.
Kitapta hırsızlık ve bunun ölümle cezalandırılması üzerine geçen bir
bölüm dikkatimi çekti. Hırsızlığa karşı uygulanan yaptırımlar ölümle
cezalandırılsa dahi devam ettiğini belirtmekte ve aslında bu cezanın da kişinin
hak ettiğinden çok olduğunu vurgulamaktadır. En azından o dönem için geçimini
sağlayamayan insanları ne kadar çok sert yaptırımlarla korkutursanız korkutun
hayatını devam ettirebilmesi için buna devam edeceğinin aşikar olduğunu
belirtir. Bu durumu da öğrencilerine bir şey öğretmek yerine dayak atmaya
hevesli, zalim hocalara benzetmektedir. İnsanların geçinebilecekleri imkanları
oluşturmazsanız karşılaşılacak bu durumdan sadece onlar sorumlu olmayacaktır
muhtemelen. Üstelik bu süreç iyi yönetilebilinirse bırakın bu eylemlerin
gerçekleştirilmesini, insanların ürettikleri şeylerden kazançlı çıkan yine
devletler olacaktır. Adalet dediğimiz şey çok güçlü yaptırımlara sahip olsa da
düzeni sağlayamıyorsa temelde sorgulanması gereken bir şeylerin olduğunu
belirtmekte aslında.
Bu konu ile ilgili devam ettirdiği
düşüncelerinde belki hepimizin söylemekten bıkmadığı eğitim sistemine de bir
eleştiri geliyor. Bu insanların berbat bir şekilde yetişmesine ve
küçücük yaşlardan itibaren ahlaklarının yavaş yavaş bozulmasına göz yumarsanız,
sonra da çocukken bile suça meyilli olduğu halde, büyüyüp birer yetişkin
olduklarında herhangi bir suç işleyince cezalandırmaya kalkarsanız, rica ederim
onları ilk başta hırsız yapıp sonra da hırsızlıktan cezalandırmış olmaz mısınız? Okul
yıllarınızı, çocukluğunuzu aklınıza getirin. Yaşadığımız birçok şeyin aslında
küçük tohumlar ekilmesinden başka bir şey olmadığını göreceksinizdir. Çok basit
bir şekilde sınıfta konuşanların tahtaya yazılmasının yarattığı düşünce
tarzının yakın zamanda yaşanan acı olaylardan sonra birçok insanın yersiz
sebeplerle şikayet edilebilmesine neden olabileceğini ilişkilendirebiliriz
belki de. Sınıfta çıt çıkmamasının aslında o sınıfın en iyi sınıf olduğunu
öğrenmiştik; ancak oradaki sessiz çocukların ileride hayat mücadelesinde de
sesini çıkaramayabileceğini de düşünebiliriz. Öğretmeni ile yaşadığı problemde
bunun dayak ile çözümlenmesine şahit olan çocuğun aslında sorunların
konuşularak çözümlenemediği noktada ya da konuşmaya da gerek duymadan şiddetle çözümlenebileceğini
düşünmesine de sebep olmuş olabilir bu durum. Belki de bu coğrafya da hala *kader diye
adlandırdığımız şey bu noktadan başlamaktadır.
Söylediklerinize dikkat
edin; düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza
dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin;
davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin;
alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin;
değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize
dönüşür…
Karakterinize dikkat edin; *kaderinize dönüşür…
Mahatma Gandhi
Kitabın ilerleyen bölümlerinde beni etkileyen diğer noktalardan biri
ise Ütopyalıların altın ya da gümüşe verdikleri (aslında vermedikleri) değer
ile ilgili. İnsanın ateş ve su olmadan ya da demir olmadan yaşamayacağına
kanaat getirip, doğanın bu ürünleri sunmada cömert davranmasına bakmadan
aslında belki de değer vermediği altın ve gümüşe insanoğlunun vazgeçemeyeceği
bir değer yüklemesini ele almaktadır. Doğada nadir bulunmasından dolayı onları
değerli kılan insanların budalalığıdır demekte. Basit bir yaklaşım sergileyerek
“Doğa ihtiyacımız olan en önemli kavramları (hava, su ve toprak)
gözlerimizin önüne sermişken, belki de değersiz ve bir yararı dokunmayacak
şeyleri de bizden olabildiğince uzaklaştırmıştır.” düşüncesini
savunur. Ütopyalılar gündelik hayatta kullandıkları aletleri bizim değersiz
gördüğümüz malzemelerden üretirken çok değer verdiğimiz malzemeleri lazımlık,
köleler için (düzeni bozmak isteyenleri katma değer katabilecekleri bir sisteme
dahil ederek kurdukları bir düzen) zincir ya da pranga olarak kullanmakta ve
hatta yüz kızartıcı suç işleyenleri teşhir edebilmek adına altın yüzük ya da
kolye takmalarını sağlamaktalarmış. Ve işin daha ilginç yanı bu değerli taşları
çocuklara oyunlarında kullanabilmeleri için vermektelermiş. Buradaki amaç ise
çocukların yetişkinlik dönemine girdiklerinde bu tarz taşların çocuklara özgü
olduğu algısına sahip olmalarını sağlamakmış. Çok az bulunan şeyler için
gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeye devam eden savaşları düşündüğünde insan,
bu algı değiştirilebilir miydi diye sormadan edemiyor.
Ve suç konusunda değindiği bir diğer husus ise; Herhangi bir suça açıkça ya da zımnen niyetlenmek, suçu işlemekle eşdeğerdir. Ütopyalılara göre niyetini gerçekleştirememiş olması, gerçekleştirebilmek için elinden geleni yapmış olan bir insanın hanesine ödül olarak yazılmamalı. Bugün herkesin hemen hemen her gün medyadan ya da birebir karşılaştığı cinayetler, hırsızlıklar bir anda olmamıştır muhtemelen. Önceki girişimlerinde bu insanlara ikinci hakkı tanıyan bir sistem sebebi ile bugün karşılaşmaktayız. Onlara ödül olarak tanınan o serbestlik bir gün bizi de bulmadan bazı şeyleri düzeltmemiz gerektiğini bilmeli ve sınıfta hep susturulmaya çalışılan o çocuğun da bir şeyler söylemesi için elimizden geleni yapmalıyız. Şiddeti bir araç olmaktan çıkarıp onun yerine iletişimi hem evde hem de okulda koymak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Yaşanan bütün olumsuzlukların sistemi kuranların suçu olduğunu bildiğimiz kadar sürecin bir parçası olan bizlerin de bu düzende payımız olduğunu bilmeden ilerleyebileceğimizi zannetmiyorum.
Bazen yapacak bir şey
kalmadığında zorunluluk sizi cesur kılar.
Kitap içerisinde paylaşılacak birçok kısım daha var aslında ama
şimdilik o çocuk kadar sessiz kalmamız ya da Thomas More’un dediği kadar cesur
kılacak bir zorunluluk yaşamamız gerekiyor sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder